Diyanet İşleri Başkanı Görmez, TRT Türk ekranlarında gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu. Mısır’da yaşanan olaylar ve İslam dünyasının içinde bulunduğu durum hakkında çarpıcı tespitlerde bulunan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, vicdan sahibi her insanın, iman sahibi her mü’minin Mısır’da yaşanan katliamı şiddetle tel’in etmesinin insani bir vazife olduğunu kaydetti.
Suriye’de, Irak’ta, Pakistan’da, Doğu Türkistan’da, Myanmar’da ve son olarak ta Mısır’da yaşananların İslam dünyasına yakışmadığını belirten Başkan Görmez, “Mısır’da olup bitenleri izah etmekte güçlük çekiyorum. Bir cinnet hali yaşanıyor adeta. Nasıl olurda bir meydanda tamamen barışçı gösteriler için bir araya gelen insanlara, o ülkenin çocuklarından oluşan askerler, kadın, erkek, çocuk demeden yüksek binaların tepelerinden masum insanları öldürmek için nişan alırlar. Ölenler arasında kadınlar, çocuklar, genç kızlar da var. Onların katledilmesini hakikaten anlatmakta zorluk çekiyorum.” dedi.
Bütün bunların kitle iletişim araçlarının bütün dünyayı köye dönüştürdüğü bir zaman diliminde, hayvan haklarının bile en küçük ihlalinde ayağa kalkan çağdaş bir dünyanın ve bir insanı öldürmeyi bütün insanlığı öldürmeye eşdeğer kabul eden bir kitabın mensupları olan İslam dünyasının gözü önünde yapılmış olmasının üzüntü verici olduğunu ifade eden Başkan Görmez’in açıklamasından öne çıkan başlıklar şöyle;
“MISIR’DA YAŞANANLAR BÜTÜN DÜNYANIN HUZURUNU VE GÜVENİNİ İLGİLENDİREN BİR MESELEDİR…”
Mısır’daki insanların iradelerinin silah zoruyla ellerinden alınmasından dolayı 45 gün hiçbir şiddete bulaşmadan, hiçbir kötülük yapmadan, hatta mahalledeki bütün insanları gezerek dolaşarak onlara ‘Eğer rahatsızlık verdiysek lütfen hakkınızı helal edin’ diyecek kadar barışçıl şekilde düzenledikleri gösteri yüzünden bu zulme maruz kalmaları kabul edilemez. Hırsızlık, bütün ilahi dinlerin en kötü suç ve günah olarak kabul ettiği bir şeydir. Ama en kötü hırsızlık irade hırsızlığıdır. Siz insanların, bir milletin iradesini zorla silahla çalacaksınız, onların gösterdiği barışçı gösteriler üzerine de şiddet kullanacaksınız, katliam uygulayacaksınız, insanları öldüreceksiniz. Hakikaten bunun Mısır gibi bir yerde, İslam dünyası içerisinde, Müslümanların gözü önünde yaşanmış olması gerçekten düşündürücüdür ve bu bütün dünyayı ilgilendirir. Bu sadece Mısır’ı ve İslam dünyasını ilgilendiren bir şey değildir. Bu bütün dünyanın huzurunu ve güvenini ilgilendiren bir meseledir. Onun için bütün insanlığın, bütün Müslümanların dikkat kesilmesi gerekiyor.
“HAKSIZLIĞA VE ZULME TEPKİ GÖSTERMEK İSLAM’IN HER MÜSLÜMANA YÜKLEDİĞİ BİR VAZİFEDİR…”
Biz öyle bir inancın mensupları, öyle bir medeniyetin çocuklarıyız ki, ırkı, rengi, dili ne olursa olsun, hangi coğrafya da yaşanırsa yaşansın daima zalime karşı olmak, mazlumun, mağdurun yanında yer almakla mükellefiz. Kur’an-ı Kerim açıkça “Zalimlere meyletmeyin” diyor. Bırakın destek vermeyi, kalben zalimlere meyletmeyi dahi yasaklayan bir kitabın mensuplarıyız. Onun için sadece zulmetmek değil, zalimin yanında yer almamak, zalime kalben dahi olsa destek olmamakta İslam’ın bize yüklediği bir vazifedir. Mısır’daki zulme vicdan sahibi insanlar, iman sahibi mü’minler destek veremez. Ama siyaset çok acımasızdır. Bazı kötü hesaplar yapılarak bir takım desteklerin verildiğini biliyoruz. Bu da hakikaten Müslümanlık adına, İslam adına utanç vericidir. Sadece Mısır’da olup biteni değil, dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir insana bir haksızlık, bir zulüm yapıldığı zaman, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın Müslümanın tepki göstermesi, mazlumun yanında yer alması, onun üzerinden o zulmü, haksızlık ve adaletsizliği ortadan kaldırmak için en azından bir çaba içerisinde olması, kalbinin onun yanında yer almaması İslam’ın her Müslümana yüklediği bir vazifedir.
“EĞER BİR YERDE BİR ZULÜM İŞLENİYOR VE İNSANLIK BU KONUDA BİR ÖNLEM ALMIYORSA, ORADA İNSANLIK ÖLÜYOR DEMEKTİR…”
Eğer bir yerde bir zulüm işleniyor ve insanlık bu konuda bir önlem almıyorsa, orada insanlık ölüyor demektir. Onun için bütün insanlığı kurtarmaya çalışmak gerekiyor. İnsan olan, vicdan sahibi olan herkese bu konuda bir vazife düşüyor. Aksi takdirde bu her an, her birimizin başına gelebilir. İnsan hakları raporları yayınlayan çağdaş dünyanın, son yıllarda bu tepkilerini kaybetmeye başladığını, dünyanın muhtelif yerlerinde hassaten İslam dünyasında olup bitenlere karşı bu insanların ve biz Müslümanların neden bu kadar duyarsız olabildiğini her birimizin sorgulaması gerekiyor. Müslümanlara düşen, dünyanın neresinde olursa olsun zulmün ortadan kalkmasına çalışmak, hakkın, adaletin, ahlakın, erdemin, faziletin, geçerli ve egemen olması için büyük bir çaba göstermek, gözyaşını dindirmek, bir yerde kan akıyorsa ona engel olmaktır.
“EZHER ŞEYHİNİN ZULMÜN YANINDA YER ALMASI, BİR İLİM ADAMININ TAŞIMASI GEREKEN İLİM HAYSİYETİNE VE İSLAM’IN KENDİSİNE VERDİĞİ İZZETE YAKIŞMAMIŞTIR…”
Ezher sadece Mısır için değil, bütün İslam dünyası için önemlidir. Bin yıllık bir ilim irfan yuvasıdır. Ezher bütün İslam dünyası için çok önemli bir müessesedir. Son yüzyılda sürekli değerini düşürmek için yanlış siyasetler uygulansa da Ezher’in sembolik büyük bir değeri vardır. Dini ve ilmi kurumları her türlü vesayete kapatmak lazım ki, bu gibi milletlerin zor zamanlarında hakem rolünü oynayabilsinler. Aklıselimin yanında yer alabilsinler. Sulhu, salahı sağlamak için çaba gösterebilsinler. Her türlü siyaset basiretsizlik yapabilir. Ama onun cezası milletin iradesini çalmak değildir. İrade hırsızlığı yapmak değildir. Silah zoruyla iradeleri değiştirmeye kalkışmak değildir. Onun çaresi artık bütün demokrasilerde, bütün çağdaş dünyada bellidir. O basiretsizliğin cezasını yine halk verir. Dolayısıyla halka bırakmak gerekir. Milletin maşeri vicdanına bırakmak gerekir. Doğrusu Ezher şeyhinin Ezher’i temsil etmeden, Ezher’deki âlimlerin görüşlerini yanına almadan sadece kişisel olarak oraya katılması ve hiçbir gerekçe de zikretmeden bir mecelle kaidesini okuyarak, adeta arabada eline sıkıştırılmış bir kâğıttan bir not okuyarak bunu izah etmiş olmasını bir ilim adamının taşıması gereken ilim haysiyetine, bir din adamının İslam’ın kendisine verdiği izzete yakıştırmadığımızı ifade ediyorum.
“DİNİ KURUMLARIN ZOR ZAMANLARDA MİLLETİN HUZURU VE BARIŞI İÇİN ÇABA GÖSTERMESİNİ İSTİYORSANIZ, ONLARI HER TÜRLÜ VESAYETE KAPATACAKSINIZ…”
Herhangi bir Müslüman, Ezher ismini zikrettiğinde ‘Ezher-i Şerif’ der. ‘Ezher-i Şerif’ şerefli Ezher demek. Ama Ezher Şeyhinin eliyle Ezher’in o şerefi zedelenmiştir. Ezher ona ait değildir. Ezher bütün Müslümanlarındır. Onun için bu tavrı her Müslümanın, her İslam âliminin, her din bilgininin eleştirmesi tabiidir. Ezher şeyhinin yaptığı doğru değildir. Onun yapacağı bir şey vardı o da, sarığıyla, cüppesiyle oraya gidip gerekirse o mermilere göğsünü gererek ‘Siz bu milletin çocuklarısınız, hepiniz aynı millettin çocuklarısınız, hepimiz Nil’in çocuklarıyız, sizin birbirinize kurşun sıkmanız doğru değildir’ demesi olurdu. Bir milletin iradesini silahla çalanların yanında yer alması elbette bütün İslam âlimleri adına üzüntü vericidir. Eğer taraf olmasaydı, eğer yanına 15-20 âlimi alarak o meydana gitseydi bu hadiseler yaşanmayabilirdi. Dini kurumların zor zamanlarda milletin sulhu, sükûnu, huzuru ve barışı için çaba göstermesini istiyorsanız, onları her türlü vesayete kapatacaksınız.
“İSLAM DÜNYASINDA YAŞANANLAR SADECE SİYASİ KRİZ DEĞİL, AYRICA BİR İLİM, FİKİR VE DÜŞÜNCE KRİZİDİR…”
Bu yüzyılın başında İslam coğrafyasının fay hatlarıyla öyle oynandı ki, artçı depremlerden biri bitmeden öbürü başladı. Hemen akabinde sömürgeler, işgaller, savaşlar oldu. Hemen akabinde istibdat rejimleri kuruldu. Uydu yönetimler oluşturuldu. Şimdi bütün bunların gölgesinde nesiller, insanlar yetişti. Yaralı bilinçler oluştu. Bütün bu yaralı bilinçlerin ürettiği bilgi, düşünce kendi krizlerini aşmaya yetmedi. Bunların içerisinde sürekli açık tutulan yaralar oldu. İşte Filistin-İsrail ihtilafı… Öyle ki, bütün İslam Coğrafyası ile münasebetler bütün ülkelerin diğer ülkelerle ilişkileri sadece sonradan oluşturulmuş bir ülkeye nasıl bakacağınıza bağlandı. Bütün batı dünyası ilişkileri onun üzerine bina etti. Dolayısıyla hiçbir ilkeye, esasa, hakka, hukuka dayanmayan bir ilişkiler ağı oluştu. Bütün bunlarla birlikte bu yaralı bilinçler üzerinden bir şey daha oldu. O da mezhepçilik ve ondan sonra ortaya çıkan yeni bir takım dini akımlar, medeniyet perspektifinden uzak dini yorumlar. Dolayısıyla İslam dünyasında olup bitenler sadece siyasi krizler değil ayrıca bir ilim, fikir ve düşünce krizidir. Bu ilim, fikir ve düşünce krizi de aşılamadığı için mevcut kurumlarımızla, mevcut müesseselerimizle bu da aşılamadığı için bütün bunlar yaşandı.
“İNSANLARIN KANLARI ÜZERİNDEN, İNSANLARIN GÖZYAŞI ÜZERİNDEN HİÇ KİMSE HÜKÜMRANLIK KURAMAZ…”
Bizim muhteşem bir medeniyetimiz var. Endülüs’te, Anadolu’da, Irak’ta, Şam’da, Hicaz bölgelerinde, Mısır’da muhteşem bir kültürümüz var. Bütün bu medeniyetimizin dinamiklerini harekete geçirerek, inancımızı yeniden doğru okuyarak bu coğrafyada barış içerisinde birlikte yaşama formüllerini üretebiliriz. Bunu başka bir yerden ödünç almamıza ihtiyaç yok. Hepsi biz de var. Biran önce bu karabulutların İslam coğrafyasının üzerinden biran önce dağılmasını, Mısırdaki, Suriye’deki ve dünyanın muhtelif yerlerindeki kardeşlerimizin, mazlumların bir an önce haklarına, hukuklarına, iradelerine kavuşması en büyük temennimizdir. Ve büyük bir âlimimizin söylediği meşhur bir söz vardır; ‘Zalimler için yaşasın cehennem’… İnsanların kanları üzerinden, insanların gözyaşı üzerinden hiç kimse hükümranlık kuramaz. Kursa bile o zulüm ile hiçbir zaman abad olunmaz. Aheste aheste Allah mazlumun hakkını hep zalimden almıştır, alacaktır bu dünyada almasa bile ahirette onlar perişan olacaklardır.