Atatürk Üniversitesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Savaş Eğilmez, “Tarih boyunca başta Türkler olmak üzere, Türklerle aynı coğrafyayı paylaşan ve yakın ilişkide olan bazı doğu halkları tarafından, geleneksel bir biçimde kutlanan Nevruz bayramı, geçmişte olduğu gibi, günümüzde de birtakım rivayet, masal yakıştırmalarıyla siyasi, dini ve bazı etnik emellere alet edilmek istenmektedir.” dedi.
Nevruzun MÖ III. yüzyılda Hunlar tarafından kutlandığı ve daha sonraki yüzyıllarda bütün Türk kavimleri tarafından en büyük bayram olarak değerlendirildiğini belirten Dr. Savaş Eğilmez, şöyle konuştu:
“Bu sebeple, Nevruzun ne olduğu, muhtevası, kutlanış şekli ve amacı, hangi tarih ve şartlarda formlaşarak milli bayramlarımızdan birisi haline dönüştüğünün bilinmesi, Nevruzu birtakım emellere alet etmekten kurtarıp, gerçek ve milli bir kutlanış amacına dönüştürecektir. Nevruz kelimesi, menşe olarak Farsça bileşik bir sözcüktür ve Yenigün anlamına gelir. Nevruz, gece ile gündüzün eşit olduğu 21 Mart’ta kutlanır. Tarihimizden ve kültürümüzden habersiz bazı sözde araştırmacılar, nevruz kelimesinin Farsça olmasından yola çıkarak, bu bayramın bize İran’dan gelmiş olabileceğini ileri sürmektedirler. Hâlbuki bütün Türk Dünyası’nda, Nevruz bayramına verilen isimler derlenmiş ve görülmüştür ki toplam 33 ismin 23 tanesi Türkçe’dir. Nevruz bayramıyla ilgili olarak ileri sürülen ilginç bir görüş de, bu bayramın Şii bayramı olduğudur. Nevruz Bayramı ne İranlılara aittir, ne de Şiilikle bir ilgisi vardır. Bu bayramın, birkaç bin yıldan beri Türk kavimleri arasında kutlandığı bilinmektedir. Bu bayramın MÖ III. yüzyılda Hunlar tarafından kutlandığı ve daha sonraki yüzyıllarda bütün Türk kavimleri tarafından en büyük bayram olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Tarihçilerin araştırmalarına göre Nevruz, Türklerden İran’a, oradan da Araplara geçmiştir. Türklerin yaşadığı yerlerden derlenen şu inanışlar da, Nevruzun milli bayramlarımızdan biri olduğunu kanıtlar niteliktedir. Nevruz, Türklerde bahar bayramıdır. Nevruz, "Divanü Lügat-it Türk“te de belirtildiği gibi, On İki Hayvanlı Türk Takvimine göre resmi yılbaşıdır. Nevruz, Türklerde demir dövme-örs bayramıdır. Nevruz, gece ile gündüzün eşit olduğu bir zamanda, Tanrı’nın dünyayı yarattığı gündür. Eski Türk inanışlarına göre, dünya bugün kurulmuştur. Yani Nevruz, dünyanın birinci günüdür. Nevruz geleneği, ne Sünnilikle, ne Şiilikle, ne Alevilikle, ne Bektaşilikle ne de Mecusilikle doğrudan menşe bağlantısı olmayan, İslamiyet’ten çok öncelere uzanan bir gelenektir. "Şamanlık" denilen Türklerin milli inanışından kaynağını almış, Türklerin Ergenekon’dan çıkışından sonra yeni bir anlayışla yoğrulmuş, 12 hayvanlı milli takvimimize göre de yılbaşı veya baharın başlangıcı olarak kabul edilmiş bir gündür. Nevruz renklerin dünyasıdır. Nevruzla beraber dünya beyaz örtüsünü atıp, renkli bir dünyaya kucak açar. Türk milletinin, çok eski tarihlerden beri, renklere çeşitli sembol anlamlar ile milli ve manevi değerler kazandırdığı görülmektedir. Halkların ve kültürlerin renklere yaklaşımındaki asıl farklılık renkleri bir araya getirişleri sırasındadır. Türkler içinde renkler sarı-kırmızı ve yeşil olarak bir araya gelmiştir. Yeşili, dirilik, tazelik, gençlik; sarıyı merkez, hükümranlık; kırmızıyı, Tanrı, koruyucu ruh, bağımsızlık, anlamlarının sembolü halinde yorumlayan tek millet Türklerdir. Bu üç rengin Türkler açısından ne kadar önemli olduğunu bütün tarih boyunca gözlemleyebiliriz. İşte bunlardan bazı örnekler;
Sarı, kırmızı ve yeşil rengin bir arada kullanıldığı, özellikle Türklerde beyler zümresinin bir sembolü olarak kullanıldığına dair şimdilik en eski bilgimiz Göktürkler dönemine ait bulunmaktadır. VII.-VIII. yüzyıl Türk aristokrasi zümresine mensup beylere ait olan mezarlar bulunarak açılmıştır. Altay ve Sayan dağları civarında Tuyahtı denilen yerde açılan kurgan (mezar höyüğü)'daki mezar oldukça sağlam bulunmuştur. Mezarda, başı kuzeydoğuya yönelmiş bir erkek iskeleti bulunmuş ve üzerindeki elbiselerin üç kat olduğu anlaşılmıştır. Üst kat koyu kırmızı ipekten; ortada yeşilimsi ipekten, iç elbisesi de altın sarısı renginde ipek kumaştan yapılmış olduğu kalıntılardan açıkça görülmüştür. Sarı, kırmızı ve yeşil üçlüsü yanyana ve hükümranlık sembolü olarak sancaklarda Selçuklulardan Osmanlıya kadar kullanılmıştır. Osmanlı teşkilat ve asker kıyafetlerinde de bu renkler yanyana kullanılmıştır. Padişahın şahsına mahsus sancak, paşa sancakları, Osmanlı ordusunun en önemli kısımları olan yeniçerilere ve tımarlı sipahilere ait sancaklar sarı-kırmızı ve yeşil renklerden oluşur. Savaşlarda kahramanlık gösteren askerlerimize verilen madalyalarda ve nişanlarda da bu üç renk birlikte kullanılmıştır.
Günümüzde özellikle terör örgütün bu renklere sahip çıkmaya çalışması gerçekten çok gülünç bir manzara ortaya çıkarmaktadır. Ama asıl vahim olan kamuoyunun da bu renklerin anlamını bilmemesi ve bu renkleri sanki terör örgütüne aitmiş gibi algılamasıdır. Daha kötüsü kendilerini aydın diye nitelendiren bir grup insanın da bu renklere böyle yaklaşıyor olmasıdır. Bu yanlış bilgiler mutlaka düzeltilmelidir. Nevruz konusunda son yıllarda uygulanan doğru politika; bize atalarımızdan miras kalan, kutsal saydığımız renklerimizi koruma ve sahip çıkma noktasında da uygulanmalıdır.”