İnsan, neyle övünüyorsa onunla sınanır. Makam mı? Firavun’a bak! Mal mı? Karun’a sor! Rütbe mi? Haman’ı hatırla! Soy mu? Ebu Leheb’in akıbeti ortada! İlmiyle mi böbürleniyor? Şeytan’ı dinle! Kibrin aynasında kendini seyredenler, orada suretlerini değil, hezimetlerini görürler.
Kibir, ruhun kanseridir. Küçük bir zerreyle başlar, tüm bedeni ele geçirir. İnsan, topraktan yaratıldığını unuttuğu an kendini ilahlaştırmaya başlar. Makamı ona bir ayrıcalık verir, ama o bu ayrıcalığı bir hak sanır. Oysa Firavun’un da bir makamı vardı, deniz onu bağrına basarken hâlâ o makamı taşıyor muydu? Karun’un serveti yerin altını titretiyordu, ama toprağa gömüldüğünde yanında tek bir altın var mıydı?
Haman’ın rütbesi, Ebu Leheb’in soyu, Şeytan’ın ilmi… Hepsi ne oldu? Tarihin çöplüğüne atıldı! Bir tek hakikat kaldı: Allah büyüktür ve büyüklük O’na mahsustur. İnsan ne kadar yükselirse yükselsin, bir gün toprağın bağrına düşecek. İşte o zaman, neyle övündüyse onunla imtihan edildiğini anlayacak.
Kibir, insanın cehennemidir. Ama tevazu? O, cennetin anahtarıdır. Bugün kendimize soralım: Biz hangi aynada kendimizi seyrediyoruz? Firavun’un, Karun’un, Şeytan’ın aynasında mı, yoksa hakikatin berrak yüzeyinde mi?