Sevgili okurlarım, bugün size öyle bir pencere açmak istiyorum ki, oradan baktığınızda sadece gökyüzünün mavisini değil, kendinizin derinliğini de görebilesiniz. Mevlana'nın asırlar öncesinden bugüne taşıdığı bilgelik, modern hayatımızın karmaşası içinde kaybolmuş ruhumuza seslenmeye devam ediyor.
"Kusur bulmak için bakma birine, bulmak için bakarsan bulursun. Kusuru örtmeyi marifet edin, işte o zaman kusursuz olursun."
Ne kadar da derin, ne kadar da gerçek değil mi? Düşünsenize, sabah trafikte önünüze kıran sürücüye verdiğiniz tepkiyi... Ya da işyerinizde bir hata yapan arkadaşınıza gösterdiğiniz tavrı... Belki de eşinizin, çocuğunuzun küçük bir eksikliğini görünce hemen dile getirme alışkanlığınızı...
İnsanız, kusur aramaya programlanmış gibiyiz. Neden biliyor musunuz? Çünkü kendimizi başkalarının kusurları üzerinden mükemmel görmeye çalışıyoruz. Oysa ki, gerçek kusursuzluk, başkalarının kusurlarını görmezden gelmekte saklı.
Geçen gün alışveriş merkezinde yaşadığım bir olay geldi aklıma. Kasiyerin bana para üstünü eksik verdiğini düşünüp, hemen tepki göstermiştim. Sesimi biraz yükseltmiş, çevredekilerin de dikkatini çekmiştim. Genç kız utanmış, ben kazanmıştım! Ama hesabımı tekrar yaptığımda yanılan bendim. Geri dönüp özür dileyemedim bile... Kim kusurlu şimdi?
Bakın, bu memlekette hepimiz birbirimizin eksiğini, açığını, yanlışını bulmakta üstümüze yok. Sosyal medyaya şöyle bir göz atın: Bir insan topluluğu, sürekli bir hata avcılığı peşinde. Siyasetçisinden sanatçısına, sporcusundan iş insanına kadar herkesin bir kusurunu bulup, onu teşhir etmekten, daha doğrusu kusuruyla birlikte onu yok etmekten garip bir haz alıyoruz.
Peki ya ne olurdu, Mevlana'nın dediği gibi "kusuru örtmeyi marifet edinseydik"? İşte burada çok ince bir çizgi var. Kusuru görmezden gelmek, yanlışı onaylamak değildir. Aksine, hatayı görüp de onu teşhir etmemek, insanın yüzüne vurmamak, belki de daha yapıcı bir şekilde düzeltilmesine vesile olmaktır.
Çocuklarımıza ne öğretiyoruz? "Hata yapanı hemen söyle, yanlış yapanı hemen göster!" Oysa onlara merhameti, anlayışı, bağışlamayı öğretsek... Hatasını gördüğümüz insanı nasıl incitmeden, nasıl küçük düşürmeden doğruya yönlendirebileceğimizi anlatsak...
İş hayatımda bunu sık sık yaşarım. Yanımda çalışanlar hata yaptığında, ilk tepkim onları dinlemek olur. Neden yanlış yaptıklarını anlamaya çalışırım. Çoğu zaman görürüm ki, asıl sorun başka yerdedir. Ve o insana değer verdiğimi hissettirdiğimde, hatanın tekrarlanmadığına, aksine daha büyük bir motivasyonla çalıştığına şahit olurum.
Şöyle bir düşünün: Hayatınızda kusurlarınızı gördüğü halde yüzünüze vurmayan, aksine sizi o kusurlarla birlikte kabul eden birileri oldu mu? Nasıl hissettirdi size? O insanların yanında kendinizi nasıl daha değerli, daha güvende, daha mutlu hissettiniz değil mi?
Kusursuzluk, kusur aramakla değil, kucaklamakla ilgilidir. Başkalarının kusurlarını görmezden gelerek değil, onları oldukları gibi kabul ederek kusursuzlaşırız. Çünkü gerçek kusursuzluk, mükemmeliyette değil, mükemmel olmayan insanı olduğu gibi sevebilmekte gizlidir.
Mevlana'nın sözlerini bir kez daha okuyalım ve bu hafta küçük bir deney yapalım: Kimsenin kusurunu aramayalım, görsek bile dile getirmeyelim. Bakalım dünyamız nasıl değişecek...
Sevgiyle kalın, kusurlarınızla barışık olun.